Tuğçe' nin internete sınırlı girmesinden dolayı yeni bölümü ben koyuyorum
Bölüm 6:Berbat Bir Son İçimde yükselen öfkeyi dindirmeye çalışırken bir erkek sesinin ismimi söylediğini duydum.Sesin sahibi bebek yüzlüydü ve şirin bir ifadesi vardı.
“Sen Ela Yüksel’sın değil mi?”
“Ela Yüksel” diye düzelttim otomatik olarak.İsmim Türkçe’ ydi neden onu İngilizce okumak için çırpınıyorlardı ki.
“Ben Mike.” Az önce ona biraz ters davranmıştım..Muhtemelen bana yardımcı olmaya çalışacaktı.
“Merhaba Mike.”dedim beni affedeceğini umduğum bir gülümsemeyle.
“Bir sonra ki sınıfını bulmana yardımcı olabilir miyim?”
“Spor salonuna gidiyorum.Sanırım orayı bulabilirim.”
“Benimde dersim orada şimdi.”dedi yüzünde beklentili bir gülümseyiş vardı.
Spor salonuna kadar hiç susmadan konuşabilecek kadar konuşkandı.Konuları o açıyordu tabi aklım hala Edward Cullen’de olduğu için bu benim lehimeydi.Kaliforniya’da yaşamıştı bunun için Güneşle ilgili hislerimi paylaşıyordu.Bugün tanıştığım en tatlı insandı.Biraz daha konuştuktan sonra İngilizce dersini de ortak aldığımız ortaya çıktı.
Tam ben kızların soyunma odasına giriyordum ki Mike’ın sorusuyla kendime geldim.
“Edward Cullen’a kalem falan mı batırdın?Onun bu şekilde davrandığını daha önce görmemiştim.” Demek ki garipliği fark eden bir tek ben değildim üstelik bu gariplik sadece benim için geçerliydi.Diğer insanlara daha normal davranıyorken bana böyle davranmasına gücenmiştim.Bir anda Mike’a hala cevap vermediğimi hatırladım ve en iyisinin salağa yatmak olacağını düşünerek;
“Biyoloji dersinde yanına oturduğum çocuktan mı bahsediyorsun?”diye sordum gayet masumane bir şekilde.
“Evet,acı çekiyormuş gibi bir hali vardı.”dedi.
“Sanırım öyleydi ama nedenini bilmiyorum.Onunla hiç konuşmadım.”
“Çok garip biridir.”dedi.Soyunma odasına gitmek yerine benimle konuşuyordu.”Eğer seninle oturacak kadar şanslı olsam seninle konuşurdum.”
Bu cümleden nedensiz bir şekilde rahatsız olsam da ona gülümsedim ve soyunma odasına girdim.Son derece arkadaş canlısı ve hoştu fakat onda ki bir şey beni rahatsız ediyordu.Kendi kendime kuruntu yaptığımı düşünerek Koç Clapp’ın bana bulduğu formayı giydim ve spor salonuna gittim.
Koç Clapp bugün sınıfla ilgilenmek yerine benim spora yatkın olup olmadığımı araştırıyor gibiydi.Diğerlerini serbest bırakırken bana türlü beden hareketleri yaptırdı.Sporu seviyordum ama okullarda spor adı altında yaptıkları işkenceden nefret etmekteydim.Sonunda ders zili çalarak beni bu işkenceden kurtardı.Hemen soyunma odasına giderek kıyafetlerimi giydim ve bütün bir gün boyunca öğretmenlere imzalattığım kağıdı teslim etmek üzere ofise gittim.
Ofise girdiğimde hemen geri çıkmak istedim.Edward Cullen orada ki bayan memurla kısık ve çekici bir sesle tartışmaktaydı.Girdiğimi fark etmemiş gibiydi.Geri dönmek yerine kalıp konuşmaya kulak misafiri oldum.
Biyoloji dersini başka bir ders saatine kaydırmaya çalışıyordu.Buna inanamıyordum.Henüz tanışmadığı biri için ders saatini değiştiriyor olamayacağına göre bunun altında başka bir sebep yatıyor olmalıydı.Tamamen tesadüftü yani.Fakat içgüdülerim bana bu kadar gariplik ve tesadüfün fazla olduğunu söyledi.Yaşadığım yıllardan edindiğim deneyimlere göre gerçekten bu kadarı tesadüf olamazdı.Ama neden dedim kendi kendime.Bir insanın diğerinden bu kadar derinden nefret etmesi için sebep ne olabilirdi.
Ben bunları düşünürken kapı tekrar açıldı ve soğuk hava odayı doldurdu.Rüzgar saçlarımı dağıtmıştı.İçeri giren kız elindeki kağıdı tel sepetlerden birine bıraktı ve yeniden dışarı çıktı.Bu sırada Edward Cullen eğildiği yerden doğruldu ve başını hafifçe bana çevirdi.Gözlerinden taşan nefretle bile bu kadar yakışıklı görünebilmesine şaşırmıştım.
Bakışlarının etkisi hala öldürücüydü.Neyse ki bana çok kısa bir bakış atmıştı.Bu bakışın ardından kadına döndü ve o çekici sesiyle,
“Boş verin o zaman.”dedi.”
Bunun ne kadar imkansız olduğunu görebiliyorum.Yine de yardımlarınız için teşekkürler.”Bana bir daha bakmadan rüzgar gibi odadan çıktı.
Düşünceli bir şekilde masaya gittim ve bütün öğretmenlere imzalatmış olduğum kağıdı orada ki kadın memura verdim.Tahmin ettiğim gibi bana günümün nasıl geçtiğini sordu ona iyi gibisinden bir şeyler mırıldanarak kendimi dışarı,yağmurlu havaya attım.
Koşarak park yerinde ki kamyonetime gittim.Diğer arabaların çoğu neredeyse gitmişti.Kamyonetime bindim.Bir süre burada gerçekten bir yıl yaşayıp yaşayamayacağımı düşündüm.Bunu yapmak zorundaydım.İyi ya da kötü..ablam mutlu dedim kendi kendime.O mutluysa ben de mutlu olabilirdim.
Anahtarı çevirdiğimde motor yüksek sesle çalışmaya başladı.Hemen ısıtıcıyı açtım ve biraz olsun ellerimi ısıttım.Evde her şey güzel mesajı verebilmek için yüz ifademi toparladım ve eve doğru yola koyuldum.
Eve gittiğimde Bella televizyon izliyordu.Beni gülümseyerek karşıladı.Onun gülümsemesi beni kendime getirmişti.Ona gülümsedim ve karnının aç olup olmadığını sordum.İkimizin de aç olduğunu keşfettiğimde birlikte mutfağa girdik.Yiyecek pek bir şey yoktu dolapta.
O akşam o,ben ve Charlie pastırmalı yumurtayla idare etmek zorunda kalmıştık.Charlie’ye mutfakla ilgileneceğimi söylediğimde önce bu fikre karşı çıkmak istedi.Ama ona bir yıl boyunca orada kalacağımı ve bunun misafirlik için çok uzun bir süre olduğunu hatırlattığımda pes etti.
Akşam günün benim için biraz yorucu olduğunu söyleyerek odama çıktım.Bütün gün giydiğim kıyafetlerden kurtulup pijamalarımı üzerime geçirdiğimde bunun gerçek olduğunu fark ettim.Gerçekten yorucu bir gündü.
Yatmadan önce pencerenin hafif aralık kalmış olduğunu fark ettim.Dışarıda müthiş bir rüzgar esiyordu.Tam pencereyi kapatmak için yanına gitmiştim ki kendimi yana atamadan rüzgardan açılan pencere başıma çarptı.Tek elimle alnımı ovuşturup diğeriyle de pencereyi kapatırken zaten böyle berbat bir güne böyle berbat bir son yakışacağını düşünerek yatağıma gittim ve gözlerimi kapattığım gibi kendimi uykunun kollarında buldum.