Arkadaşlar bu benim ilk Twilight Fan hikayem, hikayemde bazı eksikliklerim olabilir, lütfen bu eksiklerimi yorum olarak bana yazın ki bende diğer bölümlerde eksikliklerimi kapatayım. Hikayemde alışılagelmiş bir çift kullnmak istemedim onun için hikayemin ana çifti Riley&Juliet olacak, Riley i zaten eclipse den tanıyoruz bunun için yeni karakter olan Juliet i tanıtayım.
Juliet Brittany Hudson
* 17 yaşında
* Kendisi bir psişik
* İnsanlar üstünde müthiş bir ikna kabiliyeti ve iyileştirici etkisi var
* Riley'e aşık
* Victoria' nın otoritesini çok sarsıyor, bundan solayı Victoria Juliet'i hiç sevmiyor.
1. BÖLÜM; ZOR KAÇIŞ&KOLAY YAKALANMA
Saat gece 2 civarıydı. Az önce kalkmıştım, evimin dışından gelen sesler yüzünden bir türlü uyuyamıyordum. Dışarıdan insanın kanını donduracak sesler geliyordu. Ağlayan ve “yardım edin” diye bağıran sesler birbirine karışıyordu. Güçlükle ayağa kalktım ve yavaşça kapıya ilerledim. Aşağı kattan tüyler ürpertici sesler yükseliyordu. Çok korkuyordum, kimseye görünmeden dışarı çıkmalıydım. Sessiz olmaya çalışarak merdivenlerden aşağı inmeye başladım, korkudan başım dönüyordu, düşmemek için trabzana tutundum. Sessiz ama hızlı olmaya çalışarak aşağı indim. Sanırım elektrikler yoktu çünkü aşağısı çok karanlıktı. Bağıran ve ağlayan sesleri daha net duyabiliyordum. Sağıma ve soluma dikkatlice baktım. Sağdaki girişin önünde bir çeşit insan silueti gördüm ve hemen solumdaki girişe koşmaya başladım, kimseye görünmeden dışarı çıkabilirsem kurtulmak için bir şansım olabilirdi. Kapıya ulaşmama çok az kalmıştı ki birden yere kapaklandım. Lanet olası ayakkabımın topuğu kırılmıştı. Evden çıkarken korkudan neler giydiğimi bile bilmez haldeydim. İlk gördüğüm ayakkabıyı giymiştim. Pembe topuklu ayakkabılarımı giymişim…! Şimdide lanet olası ayakkabını topuğu kırılmıştı ve ben yere kapaklanmıştım. O vahşi insanların beni görme olasılığını göze alarak ayakkabıları ayağımdan çıkarttım ve yeniden koşmaya başladım. Dışarı çıkmayı başarmıştım. Etrafta çok ağır kan kokusu vardı. Midem bulanıyordu, ağzımı açarsam kusacağıma emindim. Dışarısı kan gölü gibiydi. Koşarak kapıdan uzaklaştım. Kan kokusu yüzünden zaten kendimde değildim, koşmanında etkisiyle iyice fenalaştım. İlerideki bir meşe ağacının dibine çöktüm ve bacaklarımı kendime doğru çektim. Derin bir nefes aldım. Fazla oksijenden sarhoş olup olmayacağımı düşünürken boğuk bir yardım sesi duydum. Sanki küçük bir kız “lütfen, yardım edin bana” diyordu. Dikkatlice etrafıma göz gezdirdim ve acı gerçekle karşı karşıya geldim. Yaklaşık 1,5- 2 metre ötemde küçük bir kız çocuğu vardı. Tanrım! Bu kız yaralıydı. Dizlerimin üstünde yavaş bir şekilde kıza doğru ilerledim ve konuştum;
- Adın ne?
Güçlükle cevap verdi;
- Abigail
- Pekâlâ, Abigail, sakin ol, sana zarar vermeyeceğim, şimdi gözlerini kapat ve ben aç diyene kadar sakın açma tamam mı?
Yavaşça kafasını salladı, hissettiği acıdan dolayı konuşmakta zorlandığı her halinden belli oluyordu. Elimi yavaşça ona uzattım ve çok uzun süredir yapmadığım şeyi yaptım, Abigail’ in yarası yavaşça kapandı ve ben derin bir nefes aldım. “ Gözlerini aç” dedim Abigail’e. Yavaşça gözlerini açtı. Çok mutlu olmuştu. Yüzünde parlak bir gülümsemeyle bana bakıyordu. O mutlu olunca bende mutlu olmuştum. Nasıl yaptığımı merak ediyor gibiydi ama sormadı sadece bana baktı ve gülümsedi. Bende ona gülümsedim. Kan kokusuna gittikçe alışıyor olsam da hala midem bulanıyordu. Ağzımı açarsam kusarım diye ağzımı açmıyordum. Birden arkamdan bir ses duydum; “ İşime çok yarayacaksın”